![]() |
Tweet |
Bugün Halk TV ekranlarında yayınlanan Görkemli Hatıralar programında, Sevcan Orhan’ın hem Kürtçe hem Türkçe seslendirdiği bir türkü sonrası program yöneticisinin yaptığı yorumlar, Türkiye’nin hâlâ “çözüm süreci sosyolojisiyle” yüzleşmekten kaçındığını ve bazı kesimlerin bu acılı geçmişi hâlâ siyasi bir araç olarak kullanmaya devam ettiğini gözler önüne serdi. Sevcan Orhan’ın, türkü sonrasında “Bu, Selahattin Demirtaş’ın en sevdiği türküdür” demesi ve ardından Sırrı Süreyya Önder’e atıfla “8-9 ay önce ölseydi, terörist olarak anılacaktı” şeklindeki ifadeler, bir medya yayını değil, adeta ideolojik bir laboratuvarda hazırlanmış kurgu gibi sunuldu.
Oysa geçmişe dönüp baktığımızda; 22 yıl önce iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi, Türkiye’nin demokrasi eşiğini yükselten cesur adımlar attı. Kürtçe televizyon, radyo, gazete ve dergi yayınlarının önü açıldı. Devletin katı merkeziyetçiliği gevşetildi, vatandaşların ana dillerinde kültürel kimliklerini yaşatmalarına yönelik hukuki ve fiili engeller büyük oranda kaldırıldı. Kürtçe isimler, tabelalar, eğitim hakkı gibi konular birer tabu olmaktan çıkarıldı. En önemlisi ise, tüm bu adımların hiçbirinde kan dökülmedi. Bu, Türkiye tarihinde bir ilkti.
⸻
Ancak demokratikleşme adımlarına karşılık, sürecin muhatapları arasında yer alan bazı siyasi figürler ve onların desteklediği yapılar, Türkiye’yi demokratik zeminden uzaklaştırarak hendek siyasetine sürüklemeyi tercih etti. Terör örgütünün gölgesinde siyaset yapılması, halktan alınan iradenin Kandil’e ve emperyalist devletlere rehin verilmesiyle sonuçlandı. Eğer DEM Parti çizgisindeki siyasetçiler o dönemde terörle aralarına gerçek bir mesafe koymuş olsalardı, faşist ırkçı bir “Kürt Partisi” değil, Türkiye’nin her kesimini kapsayan bir “Türkiye Partisi” olarak anılır ve siyasetin merkezinde yer alabilirlerdi. Ne yazık ki bu tarihi fırsat o dönemler bir çok barış görüşme denemeleri olmasına rağmen o dönemin terör örgütünün siyasi kanadı olan HDP tarafından aldıkları talimat gereği ellerinin tersiyle itilerek heba edildi.
Bugün gelinen noktada ise ilginç bir şekilde, yıllardır iktidarı “otoriterleşmekle” suçlayan bazı muhalif çevreler, geçmişin tüm karanlıklarını AK Parti öncesi döneme aitmiş gibi görmezden geliyor. Oysa bir zamanlar, Kürtçe konuşmanın “bölücülük” olarak değerlendirildiği, Kürtçe şarkı söyleyenlerin gözaltına alındığı dönemlerin mimarı CHP’ydi. Şimdi ise bu geçmişle yüzleşmeden, sanki hiç yaşanmamış gibi yeni bir mağduriyet söylemi inşa edilmeye çalışılıyor. Oysa tarih, inkârla değil, yüzleşmeyle temizlenir.
⸻
Asıl sorgulanması gereken mesele şudur: Bugün DEM Parti, terörle arasına mesafe koyduğunu söylüyorsa, bu mesafe samimiyetle mi kurulmuştur, yoksa siyaseten mecbur kalınan bir pozisyon mudur? Türkiye’de siyasetin gerçekten normalleşebilmesi için silahın gölgesinden kurtulmak şarttır. Demokrasi, fikirlere alan açar; fakat elinde silah tutan kimseye özgürlük sunmaz.
Siyaset, en uç fikirlerin bile tartışılabildiği bir alandır ve Türkiye bu konuda büyük bir olgunluk kazanmıştır. Ancak siyaset ile terör aynı çatı altında barınamaz. Bir elinde anayasa, diğer elinde Kalaşnikof tutan bir yapının demokrasiye katkı sunması mümkün değildir.
Bu çarpıtılmış gerçeklerin üzerini örtmek için medyanın devreye girdiği açıktır. Halk TV gibi yayın organları, toplumun belli bir kesimini konsolide etmek adına “duygusal ajitasyon” ve “kurgu mağduriyet” üretmektedir. Gerçeklerin üzeri sembollerle, sanatla ve nostaljiyle örtülmeye çalışılıyor. Oysa bu tür yayınlar kendi kitlesini uyandırmak yerine afyonlamaktadır. CHP’ye oy veren bazı seçmenlerin “isterse terlik aday göstersin, biz yine oy veririz” türü ifadeleri, işte bu zihinsel şartlanmanın bir sonucudur. Oysa demokrasi sadakat değil, sorgulama gerektirir.
⸻
Türkiye’de Kürt meselesi, bir insanlık meselesidir. Bu sorunun çözümü için çaba harcayan her siyasi yapı tarihe onurlu bir iz bırakmıştır. Ancak aynı şekilde, bu çözüm çabalarını sabote eden her aktör de milletin hafızasında kara bir leke olarak yer almıştır.
AK Parti, yıllarca tabu olan birçok konuyu konuşulabilir hale getirmiştir. Kürtçe’nin yasaklı bir dil olmaktan çıkıp kamusal alanda kabul görmesini sağlayan tüm düzenlemeler, AK Parti döneminde hayata geçirilmiştir. Oysa bu hakların tamamı, yıllar boyunca CHP zihniyeti tarafından bastırılmış, görmezden gelinmiş ve inkâr edilmiştir. Bugün çıkıp “Kürt halkının yanındaydık” diyenlerin önce hafızayla yüzleşmesi gerekir.
Türkiye’nin gerçek bir birlik ve kardeşlik zemini üzerinde yükselebilmesi için geçmişle yüzleşmeye, samimi siyaset yapmaya ve terörü tümüyle reddetmeye ihtiyacı vardır. Algılarla değil, hakikatlerle konuşmanın vakti gelmiştir.
Ve hakikat şudur: Kürtçe şarkılar özgürce söylensin diye mücadele edenler, bu ülkenin birlik ve kardeşlik çimentosudur; hendek kazanlar değil.