![]() |
Tweet |
Ülkemizin son 12 ayında ekonomik olarak izlediği politikaların nasıl ilerlediği, “her şey yolunda mı gidiyor” yoksa “sadece iyi gidiyor” gibi mi gösterildiği; iyiye veya kötüye gittiğini nasıl anlayacağımız sorusu aklımıza geliyor.
Konu ile alakalı olarak ben de gözlemlerimi ve tecrübelerimi size birkaç bölüm halinde anlatmayı düşünüyorum. Konuya, dünyanın Türkiye’ye bakışı ve Türkiye’nin dünyaya bakışı ile başlamak isterim. Yaklaşık iki yıldır izlediğim para ve finansal politikalara göre, her şey yolunda gibi görünüyor. Çünkü dünyanın neresinden bakarsak bakalım, her şey harika gidiyor gibi.
S&P, IMF, Dünya Merkez Bankası ve diğerleri izlediğimiz politikaları ve finans kurumlarını dikkatle izliyor ve çıkan sonuçlar onları memnun ediyor. Sürekli puanımızın arttığı ve devamının geleceğine dair güzel açıklamalar takip ediliyor.
Ülkemizin içindeki para politikalarına, Merkez Bankası ile diğer banka ve değerleme kurumlarının bakış açısına bakarsak, yine yabancı firmalarınkinden çok da farklı değil. Onlar da olan biten politikalardan oldukça memnun görünüyorlar. Çünkü onların memnuniyetinin asıl altında yatan, kendilerinki kadar dışarıdaki ekonomik güvenin önemi.
Böyle devam etmesi, tüm finans kuruluşlarının uzun vadede çok daha verimli ve kârlı olacağını göstermektedir.
Peki, ülkemiz için bu kadar üst düzey bir tabloya bakarken, üreticiler, satıcılar ve çalışanlar için de aynı şey söz konusu mudur acaba? Yoksa üretim maliyetleri o kadar parlak gitmiyor mu? Çalışan işçiler izlenen politikadan çok da memnun değil mi? Satıcılar istedikleri kâr marjlarını yakalayabiliyor mu veya işletmelerinin devamını sağlamakta zorluk mu yaşıyorlar?
Bu soruların cevabı, aslında IMF, S&P veya Dünya Merkez Bankası’nın bize verdiği puanlarla örtüşüyor mu? Bunun cevabının, ekonomi yazılarımızda veya ekonomi programlarımızda anlamını bilmediğimiz birçok kelime ile anlatıldığı görülüyor. Ama bunun asıl cevap olup olmadığının altını çizmek istiyorum.
İnsanlar, ben ve benim gibi ekonomistlerin konuşmalarıyla mı, yazılarıyla mı yoksa elini cebine soktuğunda dokunduğu paranın kalınlığıyla mı değerlendiriyor?
Benim asıl değinmek istediğim konu burası. Son 12 aya baktığımızda, her şey büyük ekonomik programımız istediğimiz gibi gitse de, halk alışverişte istenilen boyutta cevap vermiyor. Yatırımını kazanmamasına rağmen dolarda ve altında tutmaya devam ediyor.
Eğer getirisi tatmin ediyorsa, bu birikimlerini banka yoluyla üzerine kâr payı veya faiz ekleyerek katlama yoluna gitmeye devam ediyor. Peki, ne zamana kadar böyle gidecek?
Bunun cevabını anladığım kadarıyla, vatandaş ekonomi konuşmalarından ve dünya para politikaları veya finans kurumlarının açıklamalarını dikkate alırsa çok da ilerlemiyor. Bunun altında yatan, bence, güvensizlik veya başka bir sorun değil. Türk halkının hızlıca paraya ulaşma duygusu ve hızlı bir şekilde ekonominin toparlanması gibi görünüyor.
Ama bunun, önceki yıllardaki gibi çok da kolay olmadığı görülüyor. Ben, 2000’li yıllarda Tansu Çiller ve Erbakan dönemindeki enflasyon dalgasıyla sokakta kalan bir kişi olarak, aynı süreden 3 ay sonra lekeli ve yırtık koltukların bile satıldığını görmüştüm.
Peki, o zaman bu kadar kolay toparlanan ekonomi, bu kadar güzel tatmin edici söylemlere rağmen neden toparlanmakta zorlanıyor ve gün geçtikçe uzuyor?
Neden, sanki yırtık koltukları bile satarken memnun olan satıcı, üretici ve alıcı hemen ortaya çıkmıyor?
Bence, asıl altında yatan sebep, 2000’li yılların Türkiye’si ile 2025’li Türkiye arasındaki farktır. Bunu en anlaşılır yoldan anlatacak olursak: 2000’li yıllarda biz sadece küçük bir mini araçtık. Yoldan terse dönmek istediğimizde hemen direksiyonu terse çevirip, tam ters istikamete tek seferde dönüp aynı hızla ilerleyebiliyorduk.
2025’te ise artık ekonomimiz gerçekten devasa, kocaman bir hacme ulaşmış ve artık küçük bir taksiden çift römorklu bir çekiciye dönüşmüşüz gibi görünüyor.
Her ne kadar bu aracımız bizi gururlandırsa da, dışarıya korku vermekte. Güç verseler de kullanırken bir hayli zorluk yaşadığımızı görüyoruz. Eskisi kadar hızla geriye manevra yapıp ilerleyemiyoruz. Hızlı bir kalkış yapıp terse son gaz veremiyoruz.
Kısacası, büyümenin faydaları kadar zararlarının da olduğunu görüyoruz. Bunu nasıl daha sorunsuz ve başarıyla atlatacağımızı bir sonraki yazımda anlatmaya çalışacağım