|
Tweet |
1987 yılında hac görevimi yerine getirmiştim. Mekke’nin arka sokaklarını dolaşırken bir markete girmiş, büyük kutu kolaları görmüş ve insanlar bunu neden bu kadar çok tüketiyorlar diye düşünmüştüm. Oysa Arapların elinde çok daha elzem bir ürün olan petrol vardı. Ama emperyalizm farklı bir yöntem uyguluyordu. 1987’de bir varil ham petrol 17 dolar civarındaydı. Aynı yıl bir varil Coca-Cola’yı şişelenmiş, işlenmiş haliyle almak isteseydiniz fiyatı 200 doları buluyordu.
Yani insanın yaşamını sürdürmek için hiçbir zorunluluğu olmayan bir içecek, hayatın en temel enerji kaynağı olan petrolden on kat daha değerliydi. Oysa insan Coca-Cola içmeden yaşayabilir; ama modern dünya petrol olmadan nefes bile alamaz. Çünkü bugün petrol, hava kadar değerlidir. Ulaşım, enerji, üretim, ısınma, hatta tarım bile onsuz düşünülemez.
Peki nasıl oluyor da Coca-Cola, petrolden daha “kıymetli” görünüyor? İşte bu sorunun cevabı, emperyalizmin işleyiş mantığını ortaya koyuyor. Emperyalizm, hammaddeleri ucuza alır; işleyerek, markalayarak, pazarlayarak on katına, yüz katına satmayı başarır. Bu yüzden petrolden elde edilen kazanç çoğu zaman rafinerilerden değil, küresel şirketlerin elinde şekillenen piyasadan ve nihai ürünlerden doğar. Aynı şey şekerli bir içecek için de geçerlidir.
Bu tablo aslında şu gerçeği hatırlatıyor: Değer, sadece ihtiyaçtan değil; kimin elinde, nasıl işlendiğinden doğar. Coca-Cola’nın markası, reklamı, dağıtım ağı onu petrolün önüne geçirirken; petrolün gerçek değerini ise emperyal düzen düşük göstererek kendi çıkarına göre şekillendirir.
Kısacası, emperyalizm dediğimiz şey; insanın nefes aldığı havayı bile sermaye kârına dönüştürmenin adıdır. Bir varil Coca-Cola’yı, bir varil petrolden daha değerli gösterecek kadar güçlüdür. Ve bu güç, insanların ihtiyaçlarını değil, piyasaların iştahını besler.
Çünkü bir varilin içindeki asıl şey, yalnızca içecek ya da petrol değil; insanlığın nasıl yönlendirildiğinin hikâyesidir.