![]() |
Tweet |
Diplomasi, çoğu zaman kesin sonuçlara varmaktan uzak; geniş tarafları olan, derin yollar ve arayışlarla örülüdür. Ama tam da bu yüzden, milletlerin nasıl bir medeniyet inşa ettiğini gösteren en rafine aynalardan biridir. Ben bunu tasvir ederken, sertliğin yerine zekâyı; çatışma ve kavganın yerine, oyunu kuranın bir sanat ustası gibi yönetmesini; aynı zamanda devletlerin karakterini, hafızasını ve bölgesel rollerini şekillendirdiğini söyleyebilirim.
Bu bağlamda İran sadece bir ülke değil; hem geçmişi ele alan hem de gelecekteki krizleri yöneten jeopolitik bir aktördür. Pers İmparatorluğu'nun mirasçısı olan İran, M.Ö. 550 yılında Büyük Kiros (Cyrus the Great) tarafından kurulan Pers İmparatorluğu ile başlar. Bu dönem, kültürel ve tarihsel devamlılığı ile önem kazanmaktadır. Babil, Mısır ve Anadolu'ya kadar yayılan; dünyanın ilk çok uluslu imparatorluklarından biridir. Aynı zamanda Sasani İmparatorluğu da İran’ın, İslam'dan önce Roma’ya kafa tutan güçlerden biri olduğunu gösterir. Zerdüştlük inancı, merkezi bürokrasi ve güçlü askerî yapısıyla tanınır.
Ancak 7. yüzyılda İslam ordularının bölgeye girmesiyle birlikte Sasani düzeni çöker; artık İran, Abbasi ve Emevi hilafetlerinin altına girer. Fakat bu dönem, her ne kadar İran’ın geri planda kaldığını gösterse de kültürel olarak İslam dünyasının entelektüel merkezlerinden biri hâline geldiği bir dönemdir.
800 yıllık durgunluğun ardından Safevîler, İran topraklarında bağımsız Şii bir devlet kurarak hem ideolojik hem de devlet yapısı bakımından bir canlılık getirmiştir. Safevîler, sadece mezhep birliği değil; aynı zamanda İran’ın merkezi otoriteye dayalı bir devlet olduğunu da göstermiştir.
1979 Devrimi’ne kadar uzanan güçlü bir kimlik ve stratejik eksenli dış politika, nükleer caydırıcılıkla bütünleşerek İran’a jeopolitik bir profil kazandırmıştır. İşte bu noktada, 2024’te İsrail’in Şam’daki konsolosluğunu vurması, İran’ın ilk defa İsrail’e doğrudan füze atmasına sebep olmuştur. Bu durum, sadece iki ülke arasında değil; uluslararası diplomasi sahnesinde de farklı bir dönem algısına yol açmıştır.
Bu gelişmelerin ardından G7 Zirvesi, İran’ın nükleer programı ve bölgedeki askerî faaliyetlerine karşı ciddi bir tepki göstermiştir. G7 ülkeleri, İran’ı uluslararası hukuku ihlal eden bir aktör olarak nitelendirmiş ve ekonomik yaptırımlar uygulamıştır.
Dolayısıyla uygulanan bu caydırıcılık temelli dış politika, G7 tarafından İran’ın dışlanmasına sebebiyet vermektedir. G7’nin İran’ı tehdit olarak görmesi; İran açısından, “sınırları zorluyoruz, İsrail’e destek veriliyor, biz yalnızlaşıyoruz” mesajı taşımaktadır.
2024’te Trump’ın yeniden başkan seçilmesiyle birlikte, artık sadece Amerika değil; Almanya, Fransa ve İngiltere gibi ülkeler de Trump’ın çizdiği sert alana girmektedir. Hâl böyle olunca İran yalnızlaşıyor ve şu düşünce ağır basıyor: “İsrail’e destek artıyor, ekonomik kuşatma yeniden devrede.” Zaten İran’ın İsrail’e verdiği bu yanıt, sadece “vekil güçlerimiz değil, biz de buradayız” demek anlamına geliyordu.
Trump’ın buradaki asıl amacı ise İran’ı bölgesel bir tehdit alanı gibi göstermek, İsrail’i ise meşrulaştırmak; İran’ı ekonomik ve askerî alanda zayıflatmaktır. Trump’ın İran’a bu bakışı, G7’nin İran’ı tehdit olarak görmesinin temelini oluşturur.
Erdoğan’ın, G7-Amerika-İsrail-İran’a karşı bir blok oluşumuna karşı durması; Türkiye’nin diplomatik manevra alanını daraltıyor. Çünkü İran kaybederse sıra Türkiye’ye gelir. Zaten burada amaç taraf seçmek değil; dengeyi kurmak ve korumaktır.
Kontrollü davranmak, ülkelerin birbirlerine olan tavırlarını belirler. Erdoğan’ın buradaki yaklaşımı, bir tarafın yanında saf tutmak değil; dengeyi korumaktır.
Tam da bu noktada Aristoteles’in Altın Orta ilkesi devreye girer. Ona göre, iki aşırılığın ortasında bulunmak erdemdir. Erdoğan, diplomaside bu ilkeyi pratik alana taşıyarak; İran’a düşman olmadan, İsrail’e sınırsız destek vermeden; dengeyi koruyarak muhatap alma çabasındadır.
Biz bu tavrı, Gazze konusunda net bir pozisyon alırken de ortaya koyduk. İran’ın bu süreci nüfuz alanını genişletmek için kullanmasına karşı, bazı noktalarda mesafeli olmak gerekir.
Ne teslimiyet, ne saldırganlık...
Sadece akıl, denge ve stratejiyle gelişen bir sanattır diplomasi sanatı.
Ayşenur TOKSÖZ